Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Mülkiyeti gerçek ve tüzel kişilere ait ve üst üste iki yıl süreyle işlenmeyen tarım arazileri, arazinin vasfının değiştirilmemesi ve kiralayan tarafından tarımsal üretimde kullanılması şartıyla Bakanlıkça sezonluk olarak kiraya verilecek.
Kiralama öncelikli olarak, kiraya verilecek tarım arazisinin bulunduğu yerleşim yerinde ikamet edenlere, sivil toplum kuruluşlarına ve meslek odalarına yapılacağı, kira bedelinin, komisyon tarafından takdir edilen rayiç kira bedelinden düşük olamayacağı bildirildi.
“ANADOLU ÇİFTÇİSİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERE MECBUR KALACAK”
Ancak, konuyla ilgili muhalefetin ve uzmanların farklı itirazları var. Yönetmeliğin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay’da dava açan CHP Kars Milletvekili İnan Akgün Alp, yönetmeliğin iptal edilmemesi halinde üreticilerin üretim araçlarından mahrum kalacağını söyledi.
Anadolu çiftçisinin çok uluslu şirketlerle sözleşmeli üretime mecbur kalacağını savunan Alp, “Yönetmelik yoluyla, çiftçimizin ipotekli ve hacizli olan arazileri bankalar tarafından önce alacağa mahsuben alınacak, sonra da Bakanlık eliyle kiraya verilerek bir anlamda arazi bankacılığının yolu açılacaktır.” dedi.
Yönetmeliğin, hissedarları kiralamada öncelikli grup içerisinde saymadığını, tarımsal alandaki vakıf ve derneklerin kiralamada öncelikli grupta yer aldığını belirten Alp, yönetmeliğin toprak gasbını amaçladığını savundu. CHP’li Alp, yönetmeliğe üreticilerin itiraz ettiğini belirtti.
“ÇİFTÇİLER TOPRAKLARI YİTİRME TEHLİKESİ İÇİNDE”
Tarım ekonomisti Tayfun Özkaya ise BirGün’e verdiği mülakatta, çiftçinin kendi toprağında ırgat olacağını savundu. “Emek konusunda tek kanal olacaklarından tarım işçisi ücretlerini de düşürebileceklerdir” diyen Özkaya, neoliberal tarım politikalarının çiftçilerin elindeki toprakların giderek büyük şirketlerin eline geçtiğini gösterdiğini kaydetti:
“Bu şirketler devletten de destek almada daha etkili olabilirler. Belli ürünleri satın alan ve işleyen yabancı veya yerli kökenli şirketlerin bu toprakları ele geçirmesi durumunda çiftçi kendi toprağında ırgat olacak ve bu ürünler üzerindeki şirketlerin hegemonyası daha da artacaktır. Ulusaşırı büyük şirketler uzun vadeli stratejileri ile ilgilendikleri ürünlerde yerli şirketlerden de daha büyük bir hegemonya oluşturabilirler. Orta ve uzun vadede küçük çiftçiler ellerindeki toprakları yitirme tehlikesi içindeler. Tarım işçisi olacaklar veya bu defa kendi topraklarını kiralayarak belli şirketlere sözleşmeli tarım bağlantısı kuracaklardır.”
“TARIM ARAZİLERİNE ‘ÇÖKME’ YÖNETMELİĞİ”
Yeniçağ yazarı Arslan Bulut ise bugünkü köşesinde yönetmelik için “Tarım arazilerine ‘çökme’ yönetmeliği” dedi.
Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı ise “Tarım nasıl çöktü: GSYH’deki payı 1980: Yüzde 26.1; 2002: Yüzde 10.2, 2023: Yüzde 6.2” başlıklı bugünkü köşesinde “Bu çöküş 1980’de başladı ve AKP zamanında en alt düzeye indi” dedi.
PEKİ BU DURUMA NASIL GELDİK
Karayollarından maden işletmelerine, demiryolu inşaatlarından vapur yapımlarına kadar Türkiye, dışa bağımlı hale nasıl getirildi?
Gazeteci Soner Yalçın, “Tağut-Kutsal Aldanışın Soyağacı” kitabında yaklaşık 200 yılı bulan, Türkiye pazarının kapitalist sömürüye açılmasını da kaleme aldı.
Fransızlara kapitülasyonların verilmesiyle başlayan süreç, hiç şüphesiz 1838’te İngiliz Ticaret Sözleşmesi ile başka bir noktaya geçti.
SON 200 YILIN ÖNEMLİ EKONOMİK KIRILMALARI NELER
Soner Yalçın, kitabın ilgili kısmında bu durumu şöyle anlattı:
Cumhuriyet, Tanzimat’ın anti-tezi…
Atatürk, II. Mahmut ile oğullarının, torunlarının anti-tezi…
İstiklal-i tam / tam bağımsızlık, kapitülasyonların anti-tezi…
Türkiye’de özellikle 1980’lerden sonra politik tartışmalar salt giyim-kuşam gibi “kültürel” kodlar üzerinden yapılmaya başlandı. İşin ekonomi politiği hep göz ardı edildi, hâlâ da ediliyor.
Son 200 yıllık tarihimizin önemli ekonomik kırılmaları var:
1838 İngiliz Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı pazarının kapitalist sömürüye eklemlenme sürecini başlattı. Osmanlı toprakları her türlü sömürüye açık oldu…
Diğer yanda Osmanlı Sarayı büyük sevinçle “modernizmi” ilan etti: Tanzimat Fermanı.
1858 ARAZİ KANUNNAMESİ, 1867, 1903, 1911…
Emperyalizmin hareket alanını genişletmek için Osmanlı pazarı kanunlar ile sömürüye açık hale getirildi. Mesela Maden Yasası…
1858 Arazi Kanunnamesi toprak rejimi, mülkiyetler ve madenlerle ilgili birtakım hükümleri kapsıyordu. Bu düzenleme çerçevesinde, yabancılara –Hicaz vilayeti dışında– ilk maden imtiyazı verildi. O tarihe kadar Osmanlı, madenlerini gözü gibi koruyordu. Maden demek, savaşın kazanılmasını sağlayan “silahların hammaddesi” demekti. Teslimiyet sadece savaşlarda yenilmekle olmaz; çıkarılan böyle kanunlarla da olur! Kolu bir kez kaptırmaya görün… 1867’de, 1869’da, 1887’de, 1903’de, 1906’da, 1911’de yeni düzenlemeler yapılarak yabancılara yeni maden imtiyazları, yani sömürü kolaylıkları sağlandı. Örneğin, 1903’te yüzde 51 olan maden üzerindeki yabancı hakları, 1911 yılında yüzde 76 seviyesine yükseltildi!
Tüm maden işletmeleri yabancıların elindeydi. Çinko, kurşun, magnezyum, altın, bakır ne çıkardılarsa hepsini götürdüler memleketlerine… (M. Meynie, A. Holtzer, A. Pangiris, X. Janicot, M. B. Nervo, A. Bernard, M. L. Sincay, M. P. Lassus, A. Mavrokordato, E. Euguenidi, J. Catalin, I. Fernandez, G. Marchand, N. Nicolopulo, L. Chevallier, M. Gaulier, T. Rouzzaud, A. Spandony, A. Monchicourt, G. Mallet, E. G. Germiny, E. Naville, A. Monnier, C. Cerjat, B. Sarty, E. Scanziani…)
Osmanlı’da, motorlu araçların devreye girmesiyle 1850 yılında karayolları yapılmaya başladı. İlk 34,5 km. Bursa-Mudanya arasında inşa edildi. Arkası geldi. Yolların, köprülerin tamamı yabancı şirketlere özel imtiyazlarla yaptırıldı… (M. Padiano, E. Perthuis, A. Baudin, E. Bocher, H. Passy, E. Valbezen, C. Jagerschmidt, E. Passy…)
Osmanlı buharlı lokomotifler için demiryolu inşaatları başladı. İlki 1860’ta İzmir-Aydın demiryolu oldu. En fazla yabancı şirket yatırımı, emperyalizmin sembolü olan demiryolu sektöründeydi… (R. Pilling, R. Wilkins, M. Maritime, C. Jagerschmidt, R. Elmont, T. Berger, C. Goguel, Le C. D’Escomte, P. Holzman, G. Vitali, O. Kapp, M. L. Rambert, G. Nagelmackers, F. Aubeyneau, C. Mallet, T. Berje, L. Lafvant, H. Henrotte, A. Pangiri, P. Navile, E. Empain, R. Boudouy, M. Dutillieux, R. Legouez, M. V. Cillar, M. Rambert, M. C. Arnaux, R. Bauer, E. Guttman, J. J. Gwinner, A. Kaula, O. Kulhman, C. Morawitz, C. Schenk, B.Poppe, R. Philling, M.R. Amon, K. Testa, A. Goescher, H. Gerlich, R. Lindau…)
BATI’YA ‘ESİR’ DÜŞÜLÜŞÜN TARİHİ
Buharın icadı vapurlarda da kullanıldı, bunun için yeni limanların inşaatına 1870’te başlandı. Ticaret, vapurlarla olunca liman sayısı haliyle arttı. Hepsi, özel imtiyazlar karşılığında yabancı şirketlere yaptırıldı. Denizcilik işletmeleri bile yabancılardaydı… (R. Rutz, J. Charnaud, A. Barker, G. Guerracino, A. Cousinéry, M. Grane, F. Pierre, MM.G. Sabouroux, H. Garetta, C. Cotard, E.Bartissol,T.Berger, J. Rober…)
Hangisini yazayım; yapılan metro da, tramvay hatları da yabancılara aitti. (E. H. Gavand, G. C. Ralli, D. G. Fernandez, R. Viberte, D. Raspalli, G. Chassiotis, A. Huber, C. Jenke, V. Limauge, E.Denis, D. Stacpoole… )
Osmanlı’da elektrik üretim ve dağıtımı da gazhaneler de yabancıların elindeydi. (C. Toucas, C. Georges T. Niko, O. Bezanson, L. Boer, A. Jerardin, C. Goguel, T. Berger, D. Steward, E. Coze, S. Jordan, M. Firej, C. Blanc, A. Gautheron, E. Autrique, A. Gazay, E. Giraud, A. Bossy, P. Auguier, C. Bonnet, F. Granet, B. Vendeuve…) Özel imtiyazlı tüm bu işletmelerde yabancıların tek rakibi yine yabancılardı…
Bu sebeple Cumhuriyet’i kuran Osmanlı’nın son kuşağının ana hedefi kapitülasyonlar oldu. Ama bunlar sonra unutuldu, Batı’ya yine “esir” düşüldü…
DP, ANAP VE AKP
Cumhuriyet tarihinin üç büyük kırılması oldu: 1950 yılı DP… 1983 yılı ANAP… 2002 yılı AKP.
Her dönemde yapılan tek icraat var aslında: Cumhuriyet’in yok ettiği kapitülasyonlara Türkiye pazarını koşulsuz-sınırsız açmak!
DP, kapitülasyonları diriltti. ANAP, kapitülasyonları büyüttü. AKP ise tam teslimiyeti sağladı.
Örneğin Çanakkale’de ormanların katledilmesine yol açan yabancılara maden iznini bu kafa verdi. Bu anlayışın kökü 1861’de yatıyor. “Kim izin verdi?” sorusunun yanıtı belli. Adı ister “Teck”, ister “Fronteer”, ister “Alamos” olsun, kendi ülkesinde tek ağaca kazma vuramayan Kanadalı şirketler, Anadolu’da insanımızın mezarını kazdılar. Kirazlı, Ağı Dağı, Çamyurt’ta orman katledildi. Kapitalizmin ikiyüzlülüğüydü bu.
Maden iznini kimin verdiği belli. Maden iznine kimlerin karşı çıktığı da belli…
Doğayı katleden kişi değil, ideolojidir. Tartışmayı bu politik zemin üzerinden yürütmeliyiz. Mücadeleyi bu politik zemin üzerinden yapmalıyız. Temel mesele kapitülasyonlardır.
Tanzimat ile Cumhuriyet’in farkıdır bu…
Atatürk ile diğerlerinin farkıdır bu…